Kültürel Zenginlik 15 Mayıs 2024, 21:53
GELİN KAYASI
Kursunlu’ nun Köpürlü Köyünde fakir bir ailenin çok güzel biir kızı varmış. Bu kızın da sevdiği bir genç. iki genç evlenip çocuk sahibi olmayı düşlerlermiş. Ama günler aylar geçtikçe bu güzel kızın güzelliği köyün sınırlarını aşmış ve karsı köylerden birindeki ağanın kulağına ulaşmış. Ağa da hayli zamandır evlenmek istemiş. Kalkıp kızı görmeye gitmiş. Görür görmez de vurulmuş ve hemen babasından istemiş. Baba fakir, çaresiz bir yandan hem kızım hem biz rahat ederiz diye vermek ister, diğer yandan kızının istemediğini bilir, için için üzülürmüş. Sonunda vermeye karar vermiş. Kızının istemiyorum diye bütün direnmeleri boşa çıkmış. Ertesi gün ağanın köyüne gitmek için yola çıkmışlar. Gelin at sırtında yanında seymenleri yola koyulmuş. Yolda hem ağlıyor, hem de “Allah’ım beni ya tas et, ya kus” diye yalvarıyomus. Tam Kurşunlu’ nun İğdir Ovası mevkiine gelince oracıkta seymenleri ile birlikte tas oluvermiş. Bugün orada “Gelin Kayasi” adini verdikleri ve geline benzeyen bu kaya hala durmaktadır.
ATASÖZLERİ
– El elin eşeğini türkü çağırarak arar.
– Elin ölüsü ele düğün bayramdır.
– Kendi basını düzemeyen gelin bası düşer.
– Gelin hasta kız kötürüm, gelin gelin bizde oturun.
– Vakitsiz öten horozun boynu vurulur.
– Avlu kapısı yok atkı atar.
– Sende un bulunmazsa elde kepek bulunmaz.
– Adin çıkmaz dokuza inmez sekize.
– Kurdun adi yesene kurt yemese de kurt.
– Kızı kizirken değil gelinirken gör, gelini gelinirken değil çocuk bezi yıkarken gör.
– Sabah ne bulursan ye, öğlen ekmeğini iki kişi ile paylaş.
– Armudun iyisini ayı yer.
– Ustanın kapısı olmaz.
– El eli yıkar elde kalkar yüzü yıkar.
– Tasıma su ile değirmen dönmez.
– Sıçan sidiği değirmene faydadır.
– Ağlamayan çocuğa meme verilmez.
– Komsunun tavuğunu iste de Allah sana kaz versin.
– It ite buyurur, itte kuyruğuna.
– Fukaranın düşkünü, beyaz giyer kış günü.
MAHALLİ YEMEKLER VE SOFRA ADABI
Tarhana çorbası, pıhtı, Bandırma tatlısı, Keşkek, Lokma, Gözleme, Nokul, tava çöreği, ince ekmek, tatar hamuru, çizleme, su böreği, ıslama özel yemekleri arasındadır. Sofrada önce büyüğün başlamasına dikkat edilir. Fazla konuşmamaya ve gülmemeye özen gösterilir. Köylerde gelinler yasmak (ağzı tülbent ile kapamak) yaparak sofra basında bekler ve Kayınpederi ve Kayınlarının yemesini bekler. Yemeğe çorba ile başlanır. En son tatlı yenir.
AKRABALIK
İlçemizde akrabalık ilişkileri çok sağlamdır. Kişilerin birbirleri ile akraba oldukları lakaplarından anlaşılır. Bütün sülalelerin bir lakabı vardır. Anlatmak veya tanıtmak için önce lakapları söylenir (Kelagagilin Halil İbrahim, Güllügilin Ayse, Kabakların Mehmet vs). Akraba olan kişiler birbirlerinin her türlü islerine yardımcı olurlar. Bu kadar yakin.
olmalarına rağmen akraba evliliği yok denecek kadar azdır
KOMŞULUK
Kursunlu’ da komşuluk ilişkileri örnek denilebilecek kadar güzeldir. Komsular birbirlerinin iyi ve kötü günlerini paylaşırlar. Düğünde, sünnette, ölüde komsular hep o omuz omuzadır. Herkes eksiğini rahatlıkla komsudan temin edebilir.
KÖY ODALARI
Kurşunlu’nun bütün köylerinde köy odası vardır. Bu odalarda köye gelen konuklar ağırlanır. Sohbetler yaren meclisleri toplanır. Bu meclisleri bas ağa yönetir. Herkes belirli şekilde oturur. Kapıdan giren önce bas ağaya sonra diğerlerine selam verir. Odada gelenek ve göreneklere ters bir harekette bulunan cezalandırır. Taklit , deve düzme, yüzük oyunu gibi oyunlar oynanır. Yemekler yenir, eğlence geç saatlere kadar sürer. Zaman zaman başka köylerden gençler davet edilir
YARAN
Çankırı Yaran’ını yani sohbet alemlerini anlatmaya geçmeden önce, bu sosyal müessese ile irtibatı olduğu bilinen Ahilik müessesesinden birazcık bahsetmenin yerinde olacağını zannediyoruz.
İnsanların birbirlerine kuvvetle itimat etmeleri ve birbirlerini dil, din, ırk ve mezhep ayrımı gözetmeksizin sadece “kul”, “insan” oldukları için sevmeleri gibi temel kaidelere dayanan Ahiliğin, pek çok bakımdan Çankırı Yaranı ile alakalı olduğu bilinir.
Şöyle ki; Ahiliğin, bilinen altı şartı vardır. Bu altı şart, “açık” ve “kapalı” olmak üzere ikiye ayrılır. Açık olması gereken “alın, kalp ve kapı” dır. Ki, alın açıklığından, başkalarının yanında yüz karası bulunmamak, kalp açıklığından her insana sevgi beslemek, kapı açıklığından da kendisine yardım istemeye gelen ve muhtaç olan herkese kapısını açık tutmak kasdedilir. Kapalı olması gerekenler ise “el, dil ve bel “dır. El’in kapalı olmasından kasıt, hiç kimsenin hak ve hukukuna tecavüz etmemek, dil’in kapalı olmasından kasıt, hiç bir kul hakkında kötü söz söylememek, dedikodu yapmamak, bel’in kapalı olmasından kasıt ise, hiçbir ferdin namusuna tecavüz etmemektir. Dil konusunda ayrıca, “sır saklamanın da şart olduğu” kasdedilmektedir.
Ahilik-Yaran:
Ahilik-yaran müesseselerinin aralarındaki en açık ve sağlam birlik, şüphesiz ki “dil” kapalılığı şartıdır. Bunun yanında el ve bel kapalılığı ile açık olması gereken alın, kalp ve kapıaçıklığı şartları da birbirleri ile olan sıkı bağını ortaya kaymaktadır. Ki, Yaran teşkilatını anlattığımızda bu durum daha iyi anlaşılacaktır. Burada hemen şu netice açığa çıkıyor ki, Ahilik teşkilatı içinde, “feta”lar yani genç ahilerin yetiştirilmesinde esnaf teşkilatları gündüz vazifesini yerine getirirken sohbet teşkilatı yaran ile de mensuplarının gece hayatlarına olan hakimiyetini koruyordu. Yani yaran da esnaf teşkilatları gibi ahilik müessesesi içinde ele alınabilir.
Çankırı sohbet alemleri, yalnız Türkiye içinde değil, bütün dünya için oldukça ilginç bir sosyal müessesedir. Bu sohbetlerde ahlaka aykırı hiçbir unsur bulunmamaktadır. Yukarıda bahsettiğimiz üzere Ahilik, erlik esaslarına dayanan bir müessese idi. Bunun için her ahinin sofrası, eli ve kapısı açık, gözü, dili ve beli kapalı olması kesin şart idi. Ki bu esaslardan ilham alarak teşekkül ettirildiğine inandığımız Çankırı Yaran Sohbetlerine katılan yaranın da bu şartları taşıdığını biliyoruz. Çankırı Yaran Sohbetleri geçmiş dönemlerde bir terbiye ve edip ocağı olarak vazife görmekte idi. Anne ve babalar erkek çocuklarını terbiye edilmelerini edep ve erkan öğrenmelerini sağlamak için yaran sohbetlerine gönderirlerdi.
Bunun için Çankırı’da hala söylenen Dede Korkut’a ait bir atasözü vardır.
“Oğlan babadan öğrenir sohbet gezmeyi,
Kız anadan öğrenir sofra düzmeyi”
Sohbet Odaları
Çankırı yaran sohbetinin özel bir odası bulunur ve odaların planı tipik Çankırı mahalli ev mimarisi özelliğini taşımaktadır. Sohbet odasının tavanı işlemeli, şerbetlikleri sanat eseri olur.
Sohbet odasına daracık bir koridordan geçilerek girilir. Oda, uzunca ve büyük bir salon halindedir. Sohbet odasına girilen kapının tam karşısında “ocak” bulunur. Ocağın üst tarafında “şerbetlik” denilen ve lambaların konulduğu yer vardır. Ocağın karşı tarafında ve koridorun solunda ikinci şerbetlik vardır.Buraya da yine lamba ve sigara ile içerisinde sigaraların yakılması için ateş bulunan küçük bir mangal konulur. Sohbet odasının sağında bir basamakla çıkılan “şahnişin” yahut “şahinci” denilen ve üzerinde makatlar (sedir) bulunan özel bir yer vardır. Burada çalgıcılar oturur.
Odanın sol yanı sedirle döşenmiştir.Üst tarafında ise çok sayıda lamba, süslü tabak ve sahan gibi eşyaların konulmasına müsait özel bir yer bulunur. Görüldüğü gibi Çankırılılar sohbet odalarının oldukça süslü ve sanatlı bir şekilde döşenmesine özel itina göstermektedirler. Sohbet odalarının zevkli ve sanatkarane inşası yanında buralarda yapılan sohbet alemleri de tam bir zevk ve sanat şaheserleridir zaten.
Sohbet odasında 20-30, hatta 50 kadar gaz lambası yanar ve oda gözleri kamaştıracak derecede aydınlık tutulurdu.Şimdilerde aynı aydınlık, lamba yerine ampullerle sağlanmaktadır. Sohbetlere katılanlar, sohbete gelirken en temiz, en güzel elbiselerini giyerler. Her yer son derecede temiz olur. Ocak gürül gürül yanar. Ocağın sağ ve sol taraflarına yere “sevai-kutnu” minderler konulur ve buralara büyük ve küçük başağalar oturur. Sohbet odası, göze hitaben zengin ve çok çeşitli unsurları taşıyan sanat şaheseri durumundadır.
Sohbete İlk Teşebbüs:
Çankırı sohbetleri, mutlaka kış mevsiminde yapılır. Soğuk kış aylarında sohbet tertip etmek isteyen birkaç arkadaş bir araya gelirler ve bir sohbet alemi (teşkilatı) kurmak için sözleşirler. Bu arkadaşların hepsi aynı yaşta olurlar. Sohbetler, her yılın kış mevsiminde ve Aralık ayının 15′inde başlamak kaydı ile mevsim boyunca devam eder. Bir araya gelip teşkilatı kurmayı kararlaştıranlar, ilk önce Büyük Başağa ile küçük Başağa ve Yaran Kahyası’nı seçerler.Seçilen bu sohbet idarecilerinin onayı alınarak ta, diğer yaran ve bir de çavuş seçilir.
Daha sonra çalgıcılar, sohbette yenilecek yemekler, yakılacak ışıklar tespit edilir. Yaran sayısı çavuş ve çalgıcılar hariç olmak üzere toplam 24 kişidir. Ki, bu sayının, 24 Oğuz Boyu’nu temsil ettiği söylenmektedir.
Yaran’ın Vazifeleri:
Sohbet teşkilatına katılacak olan herkese “yaran” denilir. Bunlar da üç yaş kısmına ayrılır. Bir kısmı 18-20 yaşlarındaki gençlerden, bir kısmı 30-35 yaşlarındakilerden, diğer kısmı da biraz daha yaşlılardan teşekkül eder. Son kısmı oluşturanların sayısı ise 5-6 kişiyi geçmez. Bunların vazifesi Büyük ve Küçük Başağaların gözcülüğünü yapmak olup, gençlerin başıboşluğuna meydan verilmemesini sağlamak ve her iki yaş grubunu da idare etmektir.Yani bunların vazifeleri bir bakıma sohbet meclisinin müşavere üyeleri olmaktır. Çünkü Başağalar meclisin işleyişini ellerinde tuttuklarından, birazcık baskı gösteren davranışları eğer gençlerin tahammül gücünün sınırını aşacak şekilde ise, son yaş grubuna dahil olanlar böyle durumlara müdahalede bulunabilirler. Buna rağmen, hiçbir yarandan da farkları yoktur.
Mecliste otururken yaş sırası esas olduğundan, yaşlılar Başağaların etrafında bulunurlar, en gençleri de en aşağıda oturur.
Her yaran diğer yaranın gözcüsü, hepsinin baş gözcüsü de Başağadır. Yaranın bir “Yolsuz” durumu görülünce, suçlu olana ihtar ve tembih görevi Büyük ve Küçük Başağa’nındır. Eğer aksaklığı onlar görmezse, ihtar ve tembih görevi çavuşa düşer. Ve bu ihtarlara itaat etmek şarttır. Aksi taktirde ceza verilir. Yaran, mümkün olduğu kadar arkadaşlarının ceza almasını gerektirecek hareketlerden kaçınır. Hatta yarandan birisinin bir kabahat işlediğini bir diğeri görse bile Başağaların bu durumu görmemesi için elden gelen fedakarlık gösterilir. Çünkü cemiyet içinde ceza görmek çok ağır bir durumdur. Öyleki; bazı suçların cezası memleketten sürülmeye kadar vardırılır.
Küçük Başağa, sohbetin güzel idaresine ve çalgıcıların yaranı şenlendirmek için her türlü maharetine, hal ve hareketine dikkat eder.Ocak sahipleri (sohbetin kurulduğu evin sahibi) ocak yaktıkları günün (sohbetin başladığı) akşamı, çalgıcılara yemek verir. Küçük Başağa akşama bir saat kala, yanında çavuş ve ocak sahibi olduğu halde eve gelir, noksanları tespit eder, gider. Akşam yemeğinde sadece ocak sahipleri bulunur. Yarandan ne bir kişi ve ne de başağalar bulunur. Şayet bulunacak olur iseler, ocak sahibi ve yemeğe gelenler de “erkan” edilir. Çünkü eşitliğin ihmal edilmemesi gerekir.
İlk Adap
Ocak olduğu gece bütün yaran akşam ezanından bir saat sonraya kadar sohbet yapılacak eve gelmeye mecburdur. Eğer mazereti varsa biraz geç gelmesi gerekirse mutlaka Başağalardan birisine (genellikle Küçük Başağaya) bildirmesi lazımdır. Küçük Başağa yaranın hepsinden önce gelir ve yaran gelmeden bir kere daha eksiklikleri kontrol eder, varsa şayet,tamamlar. Her şey tamam olunca da köşesine diz çöküp oturur. Bu sırada çalgıcılar “Çuhacıoğlu Peşrevi” denilen peşrevi çalmaya başlarlar ki bu peşrev saatlerce de sürebilir.
Peşrev çalınırken, yaran da yavaş yavaş gelmeye başlar. Yaranın geldiğini ocak sahibi veya çavuş, “Başağam, yaran geliyor..” diye yüksek sesle haber verir. Kapıdan içeriye giren her yaran, odanın ortasında ve odada bulunan herkese, sağ elini göğsüne koymak suretiyle “selamünaleyküm” diye yüksek sesle selam verir. Büyük Başağa da, aleykümselam karşılığı ile selamını alır. Yeni gelen yaran, boş bulduğu sedir veya minderlerden birine iki dizi üzerine oturur.
Odaya Giriş
Yaran ilk defa içeriye girerken başağalar dahil olmak üzere, bütün yaran ayağa kalkar. Yaranın toplu halde içeri girmesi caiz değildir. Her yaran geldikçe biraz bekler, kapıyı vurur, içeriye haber verilir, ayağa kalkış ve selamlaşmadan sonra yerine oturur. En son yaran geldiğinde bile içerideki bütün yaran aynı şekilde ayağa kalkıp selamlaşırlar.
Her yaran bu şekilde içeri girip oturduktan sonra, önce Büyük Başağa sonra da Küçük Başağa tarafındakiler ayrı ayrı “merhaba…efendi ağa..”derler. Bu merhabalar da sağ eller sol göğüs üzerine konularak yapılır. Gelen her yarana hemen bir kahve bir sigara ikram edilir. Kahve sigara ikramını yapan ocak sahibi veya çavuş, bu işi yaparken sol dizini yere koyup oturur vaziyeti alır.
Bu esnada bir başka yaran daha gelmiş ise, ayağa kalkmak gerektiğinden hemen iki kahve fincanı ve sigarayı yere koymak şarttır. Elinde kahve veya sigara ile ayağa kalkmak yasaktır. Bu şekilde bütün yaranın gelip yerini alması bir saat kadar sürer. Bu süre içinde herkes iki dizi üzerine oturur ve sakin bir şekilde peşrevi dinlenir, asla konuşmazlar.
Yaranın sonu gelip, herkes tamam olduğu zaman Küçük Başağa Büyük Başağaya “başağam yaran tamam olmuştur” diye bağırarak haber verir. Her iki başağa arasındaki ocak devamlı surette yanar ve güğümler kaynar.
Yaranın sayısına göre ocak sahibi tarafından fincan bulunması gerektiği için herkesin kahvesi aynı anda pişirilir, önce Büyük Başağaya sonra Küçük Başağaya ve sonra da Büyük ve Küçük Başağa tarafındaki yarana verilir. Bu kahve çalgıcılara verilmez. Kahve dağıtımı herkese yapıldıktan sonra bu durumu gözleyen Büyük Başağa fincanını ağzına götürür ve içmeye başlar. Dağıtım işleri tamamlanıncaya kadar kimse kahvesini içmez. Büyük Başağayı takiben Küçük Başağa ve sıra ile sağ ve sol taraftakiler birbirlerini takiben kahvesini içmeye başlarlar. Kahve içimi tamamlandıktan sonra yine aynı şekilde evvela Büyük ve Küçük Başağalar, sonra sağ ve sol taraftaki yaranlar fincanları iade ederler. Bu iş de yarım saat kadar sürer.
Oturma Adabı:
Kahve içildikten beş on dakika sonra küçük başağa büyük başağaya “Başağam, müsaade buyurunuz da biraz dizimizi kaldıralım” der ve Büyük Başağa da “münasiptir” diyerek sağ dizini kaldırır. Onu takiben Küçük Başağa ve sağ-sol taraftakiler ancak sağ dizlerini kaldırabilirler. Biraz sonra aynı şekilde sol dizleri için izin alınır ve sağ diz indirilip sol diz kaldırmaya müsaade edilir. Otururken ayak uzatmak, arkadaşına arkasını dönüp oturmak, bağdaş kurmak kesinlikle yasaktır.Yalnız, yoruldukça dizlerini veya yerlerini değiştirebilirler. Fakat yer değiştirmek için de her halükarda dışarıya çıkıp tekrar içeriye girerek boş bulduğu yere oturabilirler. Dışarı çıkmadan yer değiştirmek olmayacağı gibi çıkarken de arka arkaya çıkmak şarttır.
Oturma merasimi sona erdiğinde, sazlar da peşrevi değiştirirler. Fasılalar başlar. Yaran içinde eğer musiki bilen varsa, bunların bir kaçına küçük başağa işaret eder, onlarda aynı merasimle dışarıya çıkarlar, tekrar gelir ve çalgıcıların oturduğu şahnişine geçerler. Şahnişinde oturmak birazcık serbest olduğu için bağdaş bile kurulabilir.
Yaranın da katılması ile saz heyeti (eskiden gırnata, santur, keman, oniki telli saz, darbuka sonraları ut) tamam olur. Çalgıcıların sohbetine devamı süresi içinde para ile çalmak üzere sadece sohbet için seçilirler. Çalgıcılar o gece kesinlikle bir başka yere gidemezler. Şahnişine geçen yaranlar ancak ses çıkaran aletlerden zili, defi, kaşık, zilli maşa gibi aletlerini çalabilirler. Yarandan hiçbirisi, çalgıcıların sazlarını bilseler dahi çalmağa izin alamazlar. Çünkü kesin surette yasaktır.
İlk Fasıl
Ses çıkaran çalgılardan çalmak üzere şahnişine geçen yaranın da katılması ile tamam olan çalgı takımı ilk olarak “akşam oldu” gibi çok gürültülü bir şarkıyı çalmaya başlar. Devam ile “Yüzüğümün allı pullu kaşı var”, “Evlerinin önü çepçevre avlu”, “Aşkın çakmağını sineme çaldın”, “Sabahın seher vaktinde görebilsem yarimi”, “Girdim yarin bahçesine”, “Kalk gidelim Karataşa Üzüme” gibi türküler söylenir.
Bu şarkı ve türküler gibi mahalli ve milli havalar, hemen hemen bir saat sürer. Bu esnada da ocak sahibinin ahbaplarından ve dostlarından oluşan misafirler de gelmeye başlar. Gelen misafirler şayet sohbet adap ve erkanını bilirse münasebetsiz durumlara rastlanmaz. Ocak sahibi tarafından başağaya haber verilerek veya başağa tarafından bizzat davet edilen bu misafirler iki kısımdır. Bir kısmı sadece kahve içmeğe davet edilir. Diğer bir kısmı ise sabah vaktine iki-üç saat kala yenilen yemeğe kadar ağırlanırlar.
Misafirler
Misafirlerin sayısı sınırlı değildir. Ocak sahibi istediği kadar davet edebilir. Ama çoğunun gelmediği bilinir. Misafir sohbet yerine geldiğinde, dışarıda bulunanlarca çavuşa yahut ocak sahiplerinden birisine haber iletilir. Haberi olan içeri girer ve büyük Başağaya hitaben ve herkesin duyacağı şekilde “Başağa misafir geliyor” diye haber verir ve hemen misafirin yeri hazırlanır. Şayet misafirin oturacağı bir yer yoksa, yarandan bir kaçı dışarıya çıkarılır.
Misafir odaya girişte, herkese hitaben, elini göğsüne koyarak “selamünaleyküm” diye selam verir. Bu sırada bütün yaran ayağa kalkar ve sadece yaranbaşı “aleykümselam” diye selamı alır. Misafir boş bir yere oturur. Hemen büyük başağa ve sonra küçük başağa tarafından başlayarak sağ ve sol taraftakiler sıra ile “merhaba” derler. Ardından, hemen sigara ve kahve ikram edilir. Yaran dan birisi misafiri hemen söze tutar, misafirin sohbet odasındaki noksan vaziyetleri tespit etmesine fırsat vermez. Şayet misafir, kazara tanımadığı birisinin yanına oturmuş ise o kişi hemen kalkıp dışarı çıkar. Tanıdığı birisi gelip oturur ve lafa tutar. Misafir öyle meşgul edilir ki bir yandan sazların türlü nağmeleri, bir yandan edilen lafların etkisiyle misafir ayrıldığı zaman bir tatlı hayalden öte hiçbir şey hatırlayamaz.
“Kalk Git” Kahvesi
Saz faslı devam ederken, bitiş zamanını yaranbaşı veya küçük başağanın verdiği bir işaret tayin eder. Ve hemen misafire “kalk git kahvesi” denilen kahve verilir. Misafir kahvesini içince kalkar ve merasimle uğurlanır. Eğer misafir kahveyi içince kalkmaz ise, bu defa küllü bir kahve verilir. Kül boğazını gıcıklayacağı ve öksürteceği için, öksüren bir kimse de cemiyet içinde duramayacağından mecburen kalkar. Daha da gitmez ise misafirin ayakkabıları önüne getirilir. Şayet yine kalkmayı akıl etmez direnir ise kolundan tutup kapı dışarı edilir.Misafir eğer hürmet gösterilen bir zat ise saz takımı uğurlama sırasında “Cezayir Marşı”nı çalar.
Orta Oyunları
Kahve misafirleri uğurlandıktan sonra kapılar kilitlenir, kapı dışına asılmış olan fenerler içeri alınır (şimdi dışarıdaki lambalar söndürülür) artık misafir kabul edilmez ve orta oyunları başlar.
Orta oyunlarına “yemek misafirleri” de katılabilir. Bu oyunların başlıcaları şunlardır.
1- Tura oyunu
2- Şildir şip
3- Yüksük oyunu
4- Samıt (samut, samt) oyunu
Tura oyunu oynanırken, önce bir tura yapılır, Büyük Başağının önüne konulur. Büyük Başağa bir beyit söyleyerek Küçük Başağanın ellerine turayı hafif hafif vurur. Küçük Başağa da aynı şekilde yaranın en yaşlısına vurur ve bu şekilde seslice beyitler ve o anda düzülen tekerlemeler söylenerek devam eder.
Bu şekilde vakit geçerken bir el şamdanına mum dikilir ve orta yere konulur. Herkes bu mumun etrafına halka olur diz üstü oturur. Ebe ne yaparsa herkes aynısını yapmaya mecburdur. Oyun yanıltma ve şaşırtmalar üzerine kurulmuştur. Yanılan veya ebenin yaptığını yapamayanlar cezalandırılır. Cezaların mahiyeti de genellikle kalkıp oynamaktan ibarettir. Bu sebeple sohbet yaranı mahalli oyunları bilmek zorundadır. Bu mecburiyet sebebiyle Çankırı mahalli oyunlarının herkes tarafından bilinerek yaşatılması sağlanmaktadır.
Ceza alanların oynamaları bütün yaranın yanılması tamamlanınca başlar. Oyunlar tamamen mahalli oyunlardır. Bazıları şunlardır. “Kömür gözlüm” “Mahi” “Genç Osman” “Kavağın dalın budadım yoluna canlar adadım”… gibi.
Oynamalar tamam olunca tekrar oturulur ve oyunlara devam edilir. En önemli oyunlardan birisi hiç şüphesiz ki “Şildir şıp” oyunudur. Yine aynı derecede önemli olan diğer oyun ise “Samut” oyunudur ki bu oyuna girenler kayıtsız şartsız ebeye iradelerini teslim ederler. Ebe ne yaparsa aynısını yaparlar. Oyuncular birbirlerini çok şiddetli tokatlarlar. Hatta soyunup bir don ile kaldıkları olur. Yüzlerine karalar çalarlar. Soğuk kış gecelerinde kar altında kalırlar, eksi 15-20 derecede soğuk sulara girerler, yıkanırlar, sırtlarına buzlar yüklerler. Bu halde iken diğer sohbet ocaklarına giderler. Samut oyunu birkaç saat devam edebilmektedir.
Yüzük oyunu, diğerlerine nazaran daha tipik bir özellik taşır. Yaran bu oyunda iki tarafa ayrılır. Bir tarafa Büyük Başağa, diğer tarafa da Küçük Başağa başkanlık eder. Ortaya 11 parça mendil atılır. İyi yüzük saklayanlardan birisi bir tarafın önünde yüzüğü saklar. Sakladığı mendil ya ilk defada yahut en son kaldırılmalıdır.
Yüzüğü saklayanda maharet olduğu kadar, bulabilende de üstün bir zeka ve dikkat gerekir. Oyun, ellibir sayısında biter. Fakat saatlerce devam eder. Bir tarafın sayısı 26′yi geçince, öbür tarafa hücuma geçer. Hücum edenlerin eziyeti çok olur.
Oyunlardan Sonra
Bu oyunlardan sonra Küçük Başağanın teklifi ile herkes yerine oturur, kahveler içilir. Bu esnada yarandan sesi güzel olanlar sadece saz ve tef eşliliğinde genellikle Mısır’ın Napolyon tarafından işgalini anlatan tarihi türkü, Sivastopol, Osmanlı-Rus Harbi, Kozanoğlu, Şam Hadisesi, 1312 Yunan Seferi, Sultan Aziz’e ait türküler ve Köroğlu gibi ezgiler söylerler. Bazen de kalın sesli bir yaran ile ince sesli bir yaran tarafından Arzu ile Kamber de söylenir.
Artık sabah yaklaşmak üzeredir. Ve son fasıl da saba makamında yapılır. Bu fasıl gazel, beyit koşma, kalenderi ve müstezatlardan ibarettir. Daha sonra yemek hazırlanmış olduğu için Küçük Başağa Büyük Başağaya yemeğin hazır olduğunu yüksek sesle duyurur. Merasimle eller yıkanır, sofra bezleri serilir ve herkes sofraya oturur. Yemekten önce gelmiş geçmiş yaranların ruhları için “fatiha” okunur. Yemekte pilav ortaya konulduğu zaman büyük Başağa çavuşa “Yollumuz yolsuzumuz var mı?” diye sorar. Çavuş da “Adettir başağam.” diye cevap verir. Bazen suçlunun önüne pilav içine kaşık dikilir.
Suçlu bu vaziyet karşısında zor dakikalar yaşar. Yemek bittikten sonra tekrar aynı merasim ile eller yıkanır, herkes yerine oturur. Kahveler pişerken, yaranın en yaşlısı herkese bir yemek ismi verir. Sonra Büyük Başağa bu isimleri söyleyerek sahiplerini kaldırır, oturtur. Sonunda birisi Büyük Başağanın yemek ismini söyler. Büyük Başağa da “Bütün yarana kalktım” diyerek herkesi ayağa kaldırır, sonra oturtur. Bu böyle bir kaç defa tekrar eder ve böylece yemeğin hazmı yapılmış olur.
Arap Verme Usulü
Sohbette zilli maşa ile tefin ismi “Arap’tır. Bunlar, ortalığa, yani herkese aittir. Ocak kimde ise, yani sohbetin yapılacağı oda sırası kimde ise bunlar bütün hafta boyunca onda kalır. Çavuş, elinde uzun bir şamdan ile öne dikilir, Büyük Başağanın önüne gelir. 12 telli saz, gırnata, keman, tef, zilli maşa ve kaşıktan oluşan saz takımı çalıp söylemeye başlar:
Fakirim geldi meydane Başına bağlıyor astar
Elinde gül dane dane Başağam cemalin göster
Başağa izin kime Yaran sohbetin ister
Paşam sohbetin kutlu olsun Paşam sohbetin kutlu olsun
Yeniçeri yeniçeri Kalk gidelim bizim bağa
Belinde hançer bıçağı Selam verelim sağa sola…..
Ağa al arabı gir içeri Yaran başı, izin kime?
Paşam sohbetin kutlu olsun Et padişahım sohbetin kutlu olsun
Ardından, yarandan sırasını geçiren ile, sırası gelen ocak sahipleri Küçük Başağanın önüne gelince bir halka çevirerek otururlar. İki de kahve pişer. Şamdan da ortaya konulur (şimdi şamdan yoktur). Hep bir ağızdan şunlar söylenir.
Hacı hacı canım hacı yar malım yar
Başındadır altın tacı ah ağam ah
Sohbet tatlı sonu acı
İç paşam sohbetin şen olsun
“İç paşam” derken kahve yeni ocak sahibine uzatılır, geri çekilir, sonra tekrar uzatılır verilir. Arkasından, sohbetin eziyeti ve ağır olduğuna dikkat çekilen nasihatleri dile getiren ezgiler okunur. Burada yemeklerin çok nefis olması gerektiğine dikkat çekilir.
Bir sonraki ocağı yakacak olan ev sahibine arap verilir ve bunların iyi muhafaza edilmesini nasihat eden şu türkü söylenir.
Arap seni gezdirirler areyi areyi Arap seni beslesinler bal ile
Yazarlar aklar üstüne karayı Dört yanını sarsınlar gül ile…
ağa yaptı savdı sırayı Edep ile erkan ile yol ile
Et paşam sohbetin sırandan kalma Et paşam sohbetin, sırandan kalma
Çavuş ağa davet eder getirir
Kadir mevlam eksiğini yetirir
Başağalar her işleri bitirir
Et paşam sohbetin, sırandan kalma
Bu esnada kahveler verilir. En son olarak ta şu beyit söylenir:
Git çarşıya yağın acısın alma Akşama kadayıf geceye helva..
Bütün bu deyişler ile ocak sahibine vazifeleri teker teker sıralanmış ve sayılmıştır. Evinin sağlam olması, baş ağaların her türlü zorlukları halletmesi, edep erkan dairesinde ocakların yakılması, hatta pilav yağının bile acı olmaması gerektiğini sıkı sıkı tembihlemiştir.
Muhakeme Usulleri
Çalgıcılar da dahil olmak üzere yemek misafirleri giderler. Bunları küçük Başağa kapıya kadar uğurlar. Odada yarandan ve çavuştan başka kimse kalmaz. Perdeler iner, kapılar kilitlenir, hatta dinleyen var mıdır diye dışarısı iyice gözetlenir. Çünkü artık yaranın “sır” saatleri başlamıştır. Muhakemenin son derece gizli tutulmasına bilhassa dikkat edilir.
Daha beş on dakika önce neşeli kahkahalar atılan sohbet odasına ani bir sakinlik ve sessizlik çöker. Suçluların benizleri uçmuş haldedir. Şayet o hafta hiç suçlu (yolsuz) yok ise bir aşr-ı şerif okunur, gelmiş geçmiş yaranın ruhlarına fatiha çekilir.
Geçen bir hafta içinde yarandan birisi hata işlemiş ise ( mesela sarhoşluk, fahişeye gitmek, arkadaşlarına karşı edepsiz davranışta bulunmak… gibi) bunu bilen gören varsa muhatap olan var ise hemen ayağa kalkar. Arkası kapıya yüzü ocağa dönük olarak kapıya gider, sonra gelir ve Büyük Başağaya eğilerek selam verir. İki diz üzerine çöker, meydanda oturur.
Büyük Başağa
“-Ne dileğin var… ağa?” diye sorar. O da “… ağadan davacıyım ” der demez, adı anılan hemen ayağa kalkar ve evvelki yaptığı hareketlerin aynısını tekrarlayarak, davacının sol tarafına iki diz üzerine oturur.
Davacı olan şahıs davasını açıklar. Gerekirse şahitler dinlenir. Suç sabit olduğu takdirde, Büyük Başağaya hitaben “-başağa, ne diyorsunuz” diye sorar.Küçük Başağa da “-Madem ki bu işi …. ağa yapmış yolsuzdur ve erkanı lazım gelir” diye mütalaasını açıklar.
Büyük Başağa, önce kendi tarafındakilere, sonra da Küçük Başağa tarafındakilere sorar. Kimisi lehte, kimisi aleyhte iddia ve beyanı onayladıktan sonra, ekseriyetle veya ittifak ile yargılanan şahsın masumiyetine veya mahkumiyetine karar verilir. Hüküm Büyük Başağa tarafından ilgiliye “yolsuzluğunuz görülmemiştir” veya “….. sen bu işi işlediğinden dolayı erkansın..” diye tebliğ edilir. Karar kesin olup itiraz söz konusu değildir.
Davacı kalkar evvelki yerine, yolsuz çıkan da şahnişine oturur. Yolsuz çıkanın dostlarından birisi şahnişine geçerek “Yolun açmaya beni vekil ettin mi?” diye sorar O da “Vekilimsin” der. Vekil de evvelkilerin merasimini aynen tekrar ederek, Başağanın huzuruna diz çöker oturur:
“-Başağa … ağanın yolunu açacağım.. Her ne emrederseniz yapacağım” der. Başağa da Küçük Başağaya “… ağanın yolunu açalım, filan gün bütün yaranı hamama götürsün, tıraş ettirsin, hamamda yağlı yedirsin, çalgı getirsin, akşam da evine götürsün.. Yarana takım yemeği yedirsin, gece yemeği de versin…” diyerek çok ağır bir ceza hükmü verir. Yapmazsa şayet, sohbetten ihraç memleketten ihraçtan daha ağır bir cezadır. Çünkü “sen iyi bir adam olsaydın, sohbetten kovulmazdın” şeklinde insanın değerlendirmesi yapılır… Hatta, bu yüzden memleketi kendi isteğiyle terk edip gitmek zorunda kalanların bile olduğu anlatılır. Öyle ki bu tür cezaların getirdiği sosyal bir nizam ahengi vardır ve her yaranın en ufak bir kötülük yapmaktan daima kaçınır. Şayet elinde olmayarak yapmış olsa dahi, sohbete intikal etmemesine azami dikkat gösterirler.
Şayet, cezalının cezası hafif ise Küçük Başağa:
“-Başağa, hamamı bağışlayınız” ricasında bulunur. O da etrafına danışır ve uzun süren mütalaadan sonra ceza, bir defaya mahsus olmak üzere affedilirdi.
Şayet suçlu biraz serkeş ise yolunu açmazlar; ta ki yolunu açıncaya kadar ne dava eder, ne de kendisinden dava olunur ne de müzakereye iştirak ederdi. Her müzakerede yaran diz çöktüğü zaman bu da şahnişine geçer, yalnızca muhakemeyi dinler. Eskiden yolu açılıncaya kadar ocak ta vermezler, ocağa da davet edilmezmiş…
Başağaların Muhakemesi
Başağaların erkanı, çok zaman yaran üzerindeki hak riyasetini hakkıyla yerine getirememesinden, yaranın herhangi bir ferdinin şerefine lakayt kalmasından, yani yaranın ilk gelişinde ayağa kalkmamak, “merhaba” dememek, umum kahvelerini yaranın tamamı almadan içmek, yarana karşı dürüst hareket etmemek, misafirlere kayıtsız kalmak gibi hallerinden kaynaklanır. Eğer Başağalar dan birisi yolsuzluk yapar ise, hakkında aynı şekilde dava açılır. Aynı akıbetler Başağalar için de geçerli olur. Mahkemede tarafsız hareket etmezlerse, yahut müşterek suç sahibi bulunursa, her ikisine de dava açılır. Bu davayı aralarında reissiz hallederler. Eğer yaran hükmüne başağalar itiraz ederlerse, o sırada memlekette kaç tane yaran varsa, bunların en yaşlı Büyük Başağalarına, mahkum başağalar yaranın haksızlığından dava ederler. Böyle davalarda başağaların ikisinin de mahkum olması şarttır. Yalnız, Küçük Başağa ise Büyük Başağa; Büyük Başağa ise, Küçük Başağa dışarıya duyurmaksızın davayı halleder.
Dava olunan başağa o sene ne kadar sohbet varsa onların büyük ve küçük başağalarını bir yerde toplar, mahkum başağaların yaranına haber gönderirler. Onlardan davacılarla beraber 7-8 yaran da dinleyici sıfatı ile beklerler. Mahkum başağalar dertlerini yeni heyete arz eder, onlar da olayı tetkik ederler. Yaran yolsuz ise yaranın tamamı, yaranın tamamı haklı ise başağalar yolsuz çıkar (erkan ederler). Bu erkanı mahkum başağalar kabul ederler ise taraflarından vekil gönderirler. Bu vekillerin taahhütleri ile yaranın yeniden hükmedeceği cezayı gelecek ocağa kadar yerine getirirler. Sonra da sohbet mevkilerine geçer otururlar.
Davalı başağalar müşterek başağaların verdiği hükmü kabul etmezlerse, Esnaf teşkilatının reisi olan Ahi Baba’ya müracaat ederler idi. Ahi Baba’nın verdiği hüküm kati ve hüküm de “yollu” yahut “yolsuz” diye neticelenirdi. Şimdilerde Ahi Baba olmadığı için davalar bu derece uzatılmamaktadır.
Yarandan Evlenenler Olur İse
Yarandan birisi evleniyorsa, baş donanma gecenin canlılığı, güveyi gezdirmesi yarana aittir. Düğün yanaştığı vakit evlenen zengin ise yaran ve evlenen fazla masraf eder. Başdonanması gecesi hizmet ve damadı eğlendirmek yarana ait olduğundan, gerek başağalar, gerek yaran canı gönülden çalışır, her hizmeti hallederler.
24 kişilik yaran ekibi, kayıtsız şartsız damadın emrindedir. Baş donanma gecesi sabaha kadar yaran ayrılmaz, ertesi gün hamamda yine aynı şekilde beraberdirler. Hamamdan sonra da beraber gezerler, gerdeğe kadar ayrılmazlar.
Başağaların Ocak Yakması
Başağaların yaran üzerindeki fiili tesirleri sohbetin bitimine kadar devam ettiği gibi bazen de senelerce sürer. Haklarında ömür boyu bir hürmet beslenir.
24 kişilik yaran heyetinden ikisi başağalığa, ikisi başağa yamaklığına, üçü çalgıya ayrılır ki son beşi ocak yakmaz. Sadece çalgıcıların ücretini öderler. Çalgıcılar sohbet sonuna kadar tutulur. Yedi kişi bu şekilde ayrılınca, geriye kalan on sekiz kişi dokuz hafta, iki hafta da başağalarınki olmak üzere sohbet onbir hafta devam etmiş olur.
Küçük Başağanın Sırası Gelince
Küçük Başağaya ocak yakma sırası gelince, bütün yaranı hamama götürmek, tıraş ettirmek, hamamda yağlı yedirmek, çalgı ile gezdirmek, akşam ve gece takım yemeği vermek şarttır. Önceden aralarında “fazla masraf yaptırmamak” sözü verilmiş ise, o gün öteden beri oturdukları yerde toplanırlar. Tıraş olurlar, hamam ve diğer masraflar yapılmaz.
Büyük kısmı mor fesleri üzerine allı yemeni sararlar. Al renkli kumaşlardan mintan giyerler. Bellerine de Acem ve Trablus şalvarı sararlar. Bacaklarında zıpka, sırtlarında cepken olduğu halde ikişer ikişer dizilerek yollarını çarşıya tesadüf ettirmek suretiyle “Kuşhaneye” çıkarlar. Orada gırnata ile şen havalar çalıp, türküler çağırarak eğlenirler ve daha sonra ocak evine gelirler.
Sıra Büyük Başağada İse
Büyük Başağaların ocağında da aynı hareketler yapılır. Küçük Başağa ne yaptı ise Büyük Başağa da bunun iki mislini yapar.
Sona Doğru:
Sıra küçük Başağaya gelince, dava usulleri kalkar. Artık cezalar yoktur. Fakat üç ay devamlı bir harekete alışmış olan bir şahıs tabi ki bir günde huyunu değiştiremeyeceğinden, dışarıya karşı mahcup olmamak için bu üç aylık disiplinin tesiri tabii bir müddet daha muhafaza ederler.
Artık kendilerine serbestlik verilmiş iken dahi eski disiplini bozamazlar, bozmak isteyen olsa bile hemen önüne geçerler. O gecelerde birbirlerine karşı daha şen ve bağlı bulunurlar.
Son Geceleri, Veda
Sohbetin son gecesi olan Büyük Başağanın ocağında aynı tertip üzerinde hareket edilir, gece yemeğinden sonra (bu yemek hemen hemen sabah ezanına yakın verilir) misafir kalmaz. Sadece yaran ve çalgıcılar kalır. O sırada herkes ayağa kalkar. Sazlar Cezayir Marşı’nı vurur. Bu marş Çankırı’da hüzün ve matem ifade eder. Ayrılık gecesi olduğu için yaranda bir hüzün başlar. Marşı ayakta dinlerler. Bu sırada Küçük Başağa yerinden ayrılarak Büyük Başağanın önüne çöker. İki elini öper. Büyük Başağa da onu alnından öperek kucaklaşırlar.
Küçük Başağa yerine çekilir. Büyük ve küçük Başağa tarafındaki yaran sıra ile büyük ve küçük başağaların elini öper ve kucaklaşırlar. Sonra birbirlerini öperek kucaklaşır veda merasimi yaparlar.
Cezayir Marşı’nın hüzünlü havasının uyandırdığı ve ayrılığın verdiği tesirle zayıf kalpli olanlar ağlamaya başlarlar. Bunu takiben, hepsi birden ağlamaya başlarlar.
Sohbetin Son Buluşu
Doksan gün gibi uzun bir müddet başağaların baba şefkati ile yaranı idare etmeleri ve yaranın kardeş muhabbeti, gece-gündüz bir arada bulunmaları ruhlara derin tesirler bırakacağı için bu ayrılık herhalde matem havası içinde gerçekleşir. Bu şekilde veda merasimi biter bitmez doksan gün hizmetlerinde bulunan çavuşağa gelir, cümlesinin ellerini öper. Çalgı da marşı keser ve sıraya girerler. Başağa birer kahve ısmarlar. Sohbet esnasında geçirdikleri günleri anmakla, sağ olurlarsa gelecek sene yine bu şekilde sohbet yiyeceklerini ve şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra birbirleriyle kardaş gibi görüşüp sevişmelerini ve birbirlerinden dava esnasında kırılanlar var ise haklarını helal etmelerini isterler.
Bu nasihat devresini de takiben, bir “Aşr-ı Şerif” okunur, “Fatiha” çekildikten sonra, sohbet sonbulur.